top of page

DEĞİŞİM, BELİRSİZLİK VE LİDERLİK: Duygusal Zekâ Neden Kritik?

Güncelleme tarihi: 11 Kas

Yazan: Selda Koçer 

Profesyonel Koç (CPCC) | Danışman | Değerlendirici 


ree

Kendi duygularını ve başkalarının duygularını tanımak, anlamak, yönetmek ve duyguları yapıcı bir biçimde kullanmak… 

 

Duyguları kontrol edebilmek, duygusal tepkileri düzenleyebilmek; stresle başa çıkabilmek ve kendini motive edebilmek… 

 

Başkalarının bakış açılarını anlamak, sosyal ipuçlarını doğru okumak; bu sayede etkili iletişim kurmak, iş birliği yapmak ve ilham verebilmek… 

 

Bu saydıklarım, hayata anlam katmak ve bizi doyuma ulaştırmak için yeterli görünüyor, ne dersiniz? Hatta tersinden bakıldığında, karşılaşacağımız zorlukların büyük kısmını aşmamızı sağlar diye de düşünüyorum. Bu yorumlar belki fazla iddialı, ama duygusal zekâ ve onu ifade etme becerisi olan duygu okuryazarlığına yapılan vurgunun her geçen gün arttığı bir gerçek.  

 

Katılanlar olacaktır, bir zamanlar yukarıda saydıklarıma burun kıvırmak modaydı. Bu arada eminim hâlâ öyle düşünenler vardır (ancak görebildiğim kadarıyla sesleri eskisi kadar yüksek çıkmıyor ya da benim çevrem iyi 😊). 

 

Bu bakış açısına sahip olanların söylediği şeyler genellikle şöyleydi: 

“Teknik bilgi yeterlidir.” 

“Sayılara ve tablolara dökülemeyen şeyler bilim değildir.” 

“Profesyonel hayatta duygulara yer yoktur.”  

“Rasyonel olmak lazım.” 

“Empatiyle uğraşacak vaktimiz yok.” 

 

Bu yaklaşımda olanlar, duyguları anlamak ve onları yönetmeyi ‘duygusal olmak’la karıştırıyorlardı sanırım. Kimileri ise kontrol odaklı ve otoriter eğilimleri nedeniyle duygusal zekâyı zayıflıkla ilişkilendiriyordu. 

 

Geçmişten Günümüze 

Geriye dönüp baktığımızda duygusal zekanın 1960’lardan itibaren literatürde yer almaya başladığını görüyoruz (Michael Beldoch, 1964). 1970’lerde Howard Gardner’ın çoklu zekâ kuramı ile teorik altyapı gelişmeye başladı, 1990’lara geldiğimizde ise bir kırılma noktası yaşandı: Daniel Goleman’ın “Emotional Intelligence / Duygusal Zekâ” kitabı, tabiri caizse bu kavramı iş dünyasının merkezine taşıdı. 

2000’lerle birlikte kurumsal uygulamaların yaygınlaştığına tanık olmaya başladık: duygusal zekâ eğitimleri, ölçüm araçları, liderlik programları…  

Bugün ise belirsizlik yönetimi, insan dinamiklerini anlama, paydaş beklentilerini okuma ve değişim liderliği gibi alanlarda duygusal zekâ kritik bir beceri kabul ediliyor. Liderler ancak yüksek duygusal zekâ ve duygu okuryazarlığı ile sürdürülebilir etki yaratabiliyor. 

 

Peki Duygusal Zekâ Geliştirilebilir mi? 

 

Kısa cevap: Evet. Duygusal zekâ öğrenilebilir ve güçlendirilebilir bir beceri setidir. 

 

Ancak itiraf etmek gerekirse, süreç her zaman kolay değil. İçsel ve dışsal bazı engeller var. Bunların en önemlisi kişinin tutumu: 

 

“Ben böyleyim.”  “Sorun bende değil, başkalarında.”  “İş yerinde duygu olmaz.” 

 

Bu cümlelerin arkasında genellikle şu inançlar yatıyor: 

  • Gücü sertlikle ilişkilendirmek 

  • Duyguyu zayıflık olarak görmek 

  • Kontrolü kaybetme hissi 

  • Kendisiyle yüzleşmekten kaçınmak 

 

Bir diğer kritik engel ise —ki bence en zoru — kendini değerlendirme körlüğü (self-bias)

 

Neden en zoru olduğunu düşündüğüme gelince; kendini değerlendirme körlüğüne sahip kişiler örneğin çok iyi bir dinleyici olduklarını söyleyebilirler, net ve açık geri bildirim verdiklerini düşünen bu kişilerin zaten iyi bir lider olduklarına inandıklarına sıkça rastlanır. Ancak işin zor kısmı şu ki, niyetleri iyi olsa bile, davranışlarının insanlar üzerindeki etkisini fark etmekte güçlük çekerler. Bu yüzden de ölçümleme sonrası geri bildirim ve öz farkındalık egzersizleri Duygusal Zekayı geliştirme yolculuğunda vazgeçilmezimizdir.  

 

Son söz olarak; duygusal zekâ zayıflık değil, en sert gerçeklerle yüzleşme cesaretidir. 

 
 
 

Yorumlar


bottom of page